Surly Surly

Gezi / Gezi Yazıları / Dünyadan / Taj Mahal



                                         

 
Aşk için yapılmış en güzel anıt  
Tac Mahal
 
Yazı ve fotoğraflar: Yelda Baler’90
 
 
Tembih, tembih üstüneydi nasılsa, yaklaşırken haber vereceklerdi. Bu gönül rahatlığıyla Sarı Otobüs’ümün üst ranzasına uzanmış, Agra’ya doğru ilerlerken arkada bıraktığımız yolu koca bir aylaklıkla izliyordum. Tüm konuşulanların arasından Ömer’in geliyoruz sesiyle yerimden fırlayıp, Jaipur’dan aldığım ipek sariyi çantamdan çıkardım. Aylardır hayallerimi süsleyen bir şeyi yapmak üzereydim. Madem ki Tac Mahal’i görecektim, bu aşk tapınağına yaraşır olmalıydım. Altın sarısı bluzumu giyip siklamen rengi sariye sarmalandım. Saçlarımı ensemde toplayıp, gözlerime sürmeler çektim. Kollarıma en renkli bilezikleri, ayağıma halhal taktım. Sarı Otobüs’üme bir öpücük bırakıp Tac Mahal’e girebilmek için uzayıp giden kuyruğa takıldım ki ne kadar bekleyeceğim umurumda bile değildi. Aklımdaki tek düşünce, tapınağı gezerken hissedeceklerimin, hücremin her zerresinde yaşattığım aşkıma yapacağı etkiydi.
 
Kırmızı kum taşından yapılmış bahçe duvarına iyice yaklaştık. Bilet alacağımız gişenin önünde tüm eşyalarımızdan kurtulmamız isteniyordu. Ne çanta, ne telefon, ne çakmak, ne de tripod. İyisi mi fotoğraf makineniz veya kameranız hariç tüm eşyalarınızı arabada bırakmanız. Söylenmenin gereği yok. Bizim yerimize düşünmüşler, öylesine keyifli ve insanı konsantre eden bir durum ki orada eşyasız yürümek. Bunu oradan oraya dolanır, insanlarla sarmaş dolaş olurken çok daha iyi anladım.
 
İç kapıdan girer girmez önüme düşen manzara karşısında kala kalıyorum. Çok büyük bir avlu, uzayıp giden kocaaa bir havuz, ilerde çok ilerde pusun içinden görünen bembeyaz Tac Mahal. Bahçeyi boydan boya geçen havuzdan çıkan buharla, hemen kıyısına kurulduğu Yamuna Nehri’nden yayılan buharın arasında kaldığından, bu bembeyaz mermerden yapılı anıt iyiden iyiye sislerin arasında görülüyor, bu da ona daha da erişilmez bir etki veriyordu. Havuzun suyuna yansıyan Tac Mahal, az sonra yerden kopup göğe yükselecekmiş gibi ince ve narin duruyor. Hiç abartmıyorum, kapıdan avluya geçen herkes, aynı etkiyle, birkaç dakikalarını burada şaşkınlık içerisinde geçiriyor. Üzerimdeki ilk şaşkınlık ve sarhoşluk etkilerini hafiflettikten sonra havuzun yanından beyaz anıta doğru yürümeye başlıyorum.
 
Tac Mahal, Hint-Türk İmparatorluğu’nun Timuroğulları hanedanının 5. hükümdarı Şah Cihan’ın büyük aşkının sembolü. On yedi yıllık eşi Ercüment Banu (Mümtaz Banu), imparatora 14. çocuğunu doğururken ölür.  Şah Cihan’ın 16 yaşındayken aşık olduğu, evlenmek için tam beş yıl beklemeyi göze aldığı Mümtaz Sultan, güzelliği, iyilik severliği ve zekası ile yalnız onun değil bütün imparatorluğun gönlünü fethetmiş biriydi. Bu nedenle de Mümtaz Mahal diye anılıyordu. Sevdiğinin ölümünden sonra dünyevi zevklerden kendini uzaklaştıran Şah Cihan, devlet işlerini oğullarına bırakarak karısı için bu olağanüstü güzel anıtı yaptırır.
 
Denir ki, Şah, ak beyaz mermerden yaptırdığı Tac Mahal’in siyah mermerlisini Yamuna Nehri’nin karşı kıyısında kendi mezarı için yaptırmak istemiş. Ancak oğlu son büyük Moğol hanı Evrengzeb kardeşleriyle iki yıl süren savaşı kazanıp, mimari eserler için paraları har vurup harman savurmasından bıktığı babasını Agra Kalesi’ne kapatmış. Şah Cihan hayatının geri kalanını, kapatıldığı kaleden, sevdiği kadın için yaptırdığı aşk anıtını seyrederek geçirmiş.
 
Havuzu geçip anıtın yükseldiği platformun önüne gelince ayakkabılarımızı çıkardık. Hava kirliliğinin mermerlerin rengini bozmasına engel olmayan Hintliler’in ayakkabılardaki tozlardan korumak istemeleri size komik gelse de, lütfen, direnmeden çıkarın ayakkabılarınızı. Hele hele bir şeyi ne olur yapmayın: gün görmüş geçirmiş! Batılı ve Amerikalı turistler gibi ayaklarınıza naylon poşet geçirip gezmeyin bu güzelim yeri. Adamlar yalın ayak basmaya iğrendikleri tapınaklarda mavi poşetlerle gezip, sözde hijyen kurallarına uyarken yapmacık görüntüleri ve küçümser bakışları onları, bu ak mermerden yapılı değerli taşlarla süslü, dünyanın en güzel anıtında küçük birer toz tanesine dönüştürüyor. Oysa güneşin etkisiyle ısınmış mermeri çıplak ayaklarınızın altında hissetmek, size, ömrünüz boyunca aklınızdan çıkaramayacağınız, orada bulunduğunuzu hatırlatacak bir duygu armağan eder.
 
Türk-İslam mimarlık eserleri arasında, Hindistan’daki en önemli yapı olan Tac Mahal’in mimarları İstanbul’dan getirilen ve Mimar Sinan’ın öğrencilerinden olan Mehmet İsa Efendi ve Mehmet İsmail Efendi’dir. Yapıdaki duvarlarındaki yazıları ise Hattat Serdar Efendi yazmış. 1630 yılında başlanan inşaat tam 22 yılda tamamlanmış. İnce mavi damarları olan parlak ve beyaz mermerden yapılan anıtın ortasında bir salon, köşelerinde de sekizgen biçimli küçük salonları vardır. Dört tarafından da girişi olan yapının kapıları geniş eyvanlı taç şeklindedir. Orta salonun üzerinde yerden yüksekliği 82 m olan soğan başı biçimli kubbesinin üzerinde altın bir alem vardır. Avlunun dört köşede dört minare bulunmaktadır.
 
Oymalı kapılardan birinden yüksek kubbenin altındaki salona girdim. Ortalık öylesine loştu ve kalabalıktı ki etrafı seçmekte zorluk çekiyordum. Tam ortada 43 çeşit taş kakılarak işlenmiş mermer parmaklık içerisinde Mümtaz Mahal’in ve hemen yanında da Şah Cihan’ın mozolesi bulunuyor. Buranın olağanüstü akustiği çıkan sesin 7 kez yankılanmasına sebep oluyor. Duvarlarında yüzbinlerce akik, sedef, firuze ve 42 zümrüt, 142 yakut, 625 pırlanta, 50 inci tanesi gömülü Tac Mahal’in en alt katında Şah’ın ve eşinin gerçek mezarları bulunmakta.
 
Avluyu ve anıtı dışarıdan dolaşırken elimde olmadan yaptığım şey şeffafmış hissi uyandıran beyaz mermere dokunmaktı. Gidip mermere dokunuyor, dibine çöküp bana ilginç gözlerle bakan Hintlilerle kendi dillerimizde sohbet ediyor sonra bir koşu avlunun kenarlarına geçip binayı uzaktan seyrediyordum. Yanıma gelen Hintli kadınların bazılarıyla samimiyeti arttırınca yaptıkları ilk şey sarı saçlarıma dokunmak oluyordu. Sonra ellerime, kollarıma dokunuyor ve sarmaş dolaş olup fotoğraf çektiriyorduk. Bir ara avlunun bir köşesinde oturup göğe doğru yükselen mermerlere bakarken etrafıma kalabalık bir aile oturdu. Çember yapıp beni ortalarına aldılar. Üç dilde de anlaşmaya çalışıyorduk: Hindu, Türkçe ve İngilizce. Hayat hikayemi çok kısa sürede çözmüşlerdi ve birkaç dakika sonra ayrılacak olmamız onları çok üzüyordu. E, tabii beni de. Yaşadığım bu anların hayatımın en anlamlı, en güzel, hiç unutamayacağım birkaç zamanından biri olduğunu ancak şimdilerde kavrayabiliyorum.
 
Uzaktan ipek duygusunu uyandıran bembeyaz mermer yapı gün doğarken ve batarken maviden, leylağa, gül pembesinden, kırmızıya, kremden, altın sarısına her renge bürünüyor. Ruhuma ve hücrelerimin her zerresinde yaşattığım aşkıma kattığı renkleri dile getirmek çok güç olsa da hayallerime bir yenisini daha eklemeye yetiyor: Gün batımında altın sarısına dönen Tac Mahal’in arkasından çıkacak olan dolunayda o ılık mermerlerin üzerinde yalın ayak dolaşmak... El ele…
 
 
 
 
Bu yazı ve fotoğrafların bazıları, BÜMED dergisinde yayınlanmıştır. Tüm telif hakları Yelda Baler'e aittir.  Kendisinin yazılı izni olmaksızın hiçbir şekilde ve internet dahil hiç bir ortamda bölümler halinde de olsa, yayınlanamaz ve kullanılamaz.
 


 
©2016 - Yelda Baler- Bagdat Caddesi Feneryolu Sit. 131/103 Feneryolu / Kadiköy - Istanbul ( Feneryolu Sabit Pazari Yani Köşe Bina )
Tel: 00 90 216 348 90 87 - Faks: 00 90 418 35 00 - GSM - 00 90 533 668 04 10
© Sitede bulunan yazi ve fotograflar, telif haklari kanununa göre yazili ve internet dahil hiç bir ortamda bölümler halinde de olsa, izinsiz yayinlanamaz ve kullanilamaz.