Surly Surly

Gezi / Gezi Yazıları / Türkiye'den / Artvin : Köylerden Yaylalara




 
 

Artvin Köyleri'nden Karçal Yaylaları'na

 

Sonbahar Senfonisi

 

Herkesin hayalinde bir Karadeniz vardır ama benim Karadeniz'im Anadolu'nun kuzeydoğu köşesine saklanmış, Gürcistan sınırında Karçal Dağları'nın etrafında yer alan köylerden, vadilerden, şelalelerden, yaylalardan oluşan bambaşka bir coğrafya. Bildiğiniz Karadeniz'den çok farklı; tepeler beklediğinizden daha yüksek, yeşil daha yeşil, sis daha sokulgan, yağmur daha usul usul.

 

Artvin kent merkezi, bir dağın eteklerinden tepelere doğru yükselirken, kentin içinden zigzaglar çizerek yükselen yolun sonu tepede Kafkasör Yaylası'na ulaşır. Ormanların arasındaki çayırlık alan her yıl yaz başında, başka hiçbir yaylada olmayan boğa güreşi şenliklerine sahne olurken eylül geldiğinde allara, sarılara, turunculara bulanmaya hazır olur.

 

Artvin'in dağ köylerine ve yaylalarına ulaşmak için ya  Arhavi ve Hopa'dan Borçka'ya, oradan da içerilere girmelisiniz ya Erzurum’dan Yusufeli yönünden gelmeli ya da Kars'tan Şavşat'a gelip dağlara, tepelere, vadilere doğru yol almalısınız. Hepsinde de son nokta olarak Batum'a sınır komşusu olan Macahel'e varmalı ve yolculuğunuzu taçlandırmalısınız.

 

Karadeniz'de Karagöl adıyla duyduğunuz bütün göller heyelan gölleridir. Şavşat'ta Sahara Milli Parkı içerisindeki göl de Borçka'daki göl de böyledir. Şavşat’ta çevreyi gezerken küçük yürüyüşlerle yaylalara ve göllere ulaşabilirsiniz. Bazen bir köyün yakınında bazen de ıssız, insan geçmez dağ yollarının kıyısında Gürcü Kiliseleri çıkar karşınıza. Bu bölgede konaklamanın en güzel tarafı orman güllerinin kuvvetli kokularını saldığı mevsimde de gezseniz, hazan mevsiminin en güzel renklerine büründüğü sonbaharda da gezseniz, geri döndüğünüzde Laşet Tatil Köyü’ndeki iki oda bir salon ve bir balkondan oluşan keyifli bungalow’unuzda taptaze havayı soluyarak, akşam yemeğinde yiyeceğiniz güveçte alabalık hayaliyle yemyeşil vadinin karşısında dinlenmeniz olur. Şavşat'ın Arsiyan Yaylası ve göllerini, Kocabey Kışlası'nı görüp Maden Köyü'ne ulaşmak oradan da Cancır Yaylası'na varmak en sevdiğim rotalardan biridir. Her yıl haziran ayıyla birlikte yaylaya yapılan göçler eylül ayı başında geri dönüşe geçer. Kışlık peynirler, kaymaklar, tereyağlar hazırlanmış, hayvanlar besiye çekilmiştir.

 

Maden Köyü özellikle ahşap evleri ve mimarisiyle zihninizde de, yüreğinizde de kocaman bir yer edinir. Köyün yokuşlarını tırmanırken evlerin arasından gelen konuşmalara doğru ilerleyince size uzanan taze ayranları ya da çayları yudumlayıp köy hakkında da çok hikâye dinlersiniz. Cancır Yaylası'ndaki evler de, damlar da, otlaklar da her biri başka bir yaşanmışlık barındırır. Bir tahtayı sırtlamış amcayı gördünüz mü sorun, komşusunun evinin damını yapıyordur. Maden'de inekleri otlatan bir çobana sorun, o da o sırada işi olmadığından arkadaşının yerine hayvanları otlatmaya çıkarmıştır. Yayla dendi mi herkes, herkes için uğraşır, böylesine güzeldir.

 

Ardından sıra gelir daha yukarılara Lekoban Yaylası'na. Artık Macahel'in yaylalarına geçmeye başlamışızdır. Lekoban Yaylası'nda Macahel Yaylaevi’nde konakladığım serin gecelerden birinde gece boyunca ay ışığının ahşap evin tahtalarında parlamasını, önümde uzayıp giden tepelerin zirvelerini aydınlatmasını izlemiş, soluduğum her anın mucize olduğuna inanmıştım. Oysa ertesi sabah yaylayı arkamızda bırakıp aşağılara inerken gördüğüm “bulut denizi” mucizenin ta kendisi idi. Adım atsam içinde yüzecekmişim hissi uyandıran koca bir bulut yığını ayaklarımın altındaydı. Naçadirev Gölü'ne geçerken yolumuzu kesen karlı geçitte kar topu oynamak ve içinde buz parçalarını görebildiğimiz gölün sularında bir kaç adım atabilmek bu coğrafyada yaşayabildiğimiz neşe dolu güzellikler.

 

Neşe deyince yayla çocuklarının neşesini her daim hafızada tutmak gerekir. Yaylada yetişen çocuklar özgürdür, kendine yetmesini de bilirler. İnekler, bulutlar, otlar onların oyun arkadaşıdır. Dalından yaban mersini koparıp yemeyi severler, kuzuları kulaklarından çekeleyip oynamayı, bir de  çiçekleremasal anlatmayı...

Kış çok kuvvetli geçer Doğu Karadeniz'in doğaya teslim bu diyarlarında, çok da uzun sürer. Yöre halkı doğayla barışık yaşamayı öğrenmiş. Karın az ya da çok yağmasına göre belirleniyor yapılacak işler ve gerektiğinde imece usulü ile yapılıyor.

 

Efeler Köyü sakinleri de her yıl yaz başlarken Fındık Yaylası'na göçerler.  Hayvanlarını önlerine katan köyün kadınları, çoluk çocuk yerleşirler yayla evlerine. Her gün yaylada özgürce otlatılan hayvanlar akşam saati olunca yollarını da kendi başlarına bulurlar. Ne göz gözü görmez sis engeldir onlara, ne yağmur. Her yayla evinden kaymak, tereyağı, peynir kokusu yayılır. Birinin kapısını tıklatıp selam ettiniz mi, bir kaç dakika içinde kuzinden yeni çıkmış mısır ekmeğini taptaze kaymağa batırıp yerken bulursanız kendinizi hiç yadırgamayın, Doğu Karadeniz insanının olağanüstü zarifliğine ve misafirperverliğine konuk olmuşsunuzdur. Ağustos ayı yayladaki son aydır. Eylülle birlikte geri göç başlar.

 

Macahel'in birbirinden güzel altı köyünün içinde en renklisi Maral'dır desem inanın. Hem köyün içindeki küçük ama çok değerli camisinin işlemeleri, hem eski ahşap evleri hem de binbir tonunun içinde şelalenin yarattığı gökkuşağı tam bir renk cümbüşüdür. Şelalenin dibine oldukça dik inen yolda yüksek basamakları ya da tahta merdiveni kullanarak inmek gerekiyor. Zorlu bir yolu var. Ancak aşağı varıldığında karşılaşılan manzara her şeye değer. Bir tutam bulutun içinden akıyormuş gibi duran şelalenin suları vadinin dibinde yere vurduğunda uçuşan su tanecikleri suyun düştüğü yerde oluşan küçük gölün üzerinde bir gökkuşağı oluşturur. Derenin içinden karşıya geçip yakınına gitmek inanılmaz çekici. Sonrasında yapacağınız en güzel şey şelalenin soğuk sularına kendinizi bırakmaktır. Merak etmeyin eylül ayı bu güzellikleri yaşamanız için halen size pek çok fırsat tanıyacaktır. Maral Şelalesi’nde bunca yorulduktan sonra bu bölgenin en güzel yöresel yemeklerini yiyeceğiniz Sevda’nın evine konuk olmak Maral’ı unutulmaz anılarınız arasına katacaktır. Onlarca misafirine elleriyle pişirdiği yemekleri evinin terasında ve hayalinize bile getiremeyeceğiniz zarifinlikte bir sunumla sunar evin sahibesi.

 

Bumbulay Pansiyon Macahel’deki evim dediğim yer, evin sahipleri ise oradaki ailem… Sadece Artvin’in değil Türkiye’nin bu çok özel coğrafyasının gelişmesine ve korunmasına sürdürülebilir değerlerle sahip çıkan birkaç insandan biridir Kenan Kahya. İster Bungalow evlerde konaklayın ister ev kısmında odanızın kapısını açtığınız anda bakış hizanızın çok üstünde tepelerle karşılaşırsınız. Sabah gün doğumuyla uyandığımda taraçadaki sedire oturup sisin dağların arasında, o yaprakları turuncu, kırmızı, sarıya bulanmış ağaçların arasında hareketini izlemek, derenin şırıltısını ve ona eşlik eden ineklerin çıngıraklarından gelen sesi dinlemek, arılarının yanından gelen Nazım Amca’yla selamlaşmak ya da elime doğan İrem’in uyanamamış gözlerle kucağıma yatması, hepsi canıma can katar.

 

Bu coğrafyada dolaşırken kendi aracınızdan çok güveneceğiniz ve oraların yol şartlarına uygun minibüslerini tercih etmelisiniz. Hem kaybolmaz hem de taşı bol ve dar yollarda rahat edersiniz.

 

Macahel’in yolları kızılağaç, kestane, kayın, meşe, ladin ve köknar ağaçlarından oluşan ormanların da içinden geçer. Yolda durup taşları kenara çektiğimizi, kaynak sularının biriktiği küçük gölcüklerin içinde suyu yararak geçtiğimizi, çamura saplanmadan geçmek için nasıl ustaca manevralarla geçtiğimizi bilirim.

 

Yürüyüşlere çıktığınızda derenin kıyısında durur; ağla balık tutan birini izler; tahta köprünün üzerinde derenin suyuna ruhunuzu katar; bir kayaya, bir ağaç köküne tutunup ağaçların ıslak yeşiline tırmanırsınız. Efeler Köyü’nün kemerli girişinde durup ağaç kütüklerinden yapılmış köprüde oturup ayakları dereye sallandırmak adettendir; yaparsınız. Gelip geçene selam etmek de öyledir, siz de selamsız geçmezsiniz…

 

Ne zaman Artvin'in coğrafyasına karışsam  vadiye dağılan ahşap evleri, küçük tarlaları, beni hiç yalnız bırakmayan derenin sesini, incecik yağmuru, içimi ferahlatan havanın tazeliğini, sonbaharın en canlı renklerini her şeyi beynime kazırım. Yalnız Karadeniz’in değil, Türkiye’nin saklı köşesi olmasının nimetini yaşıyor ve yaşatıyor bu coğrafya.

 

 Bu yazı ve fotoğrafların bazıları, Voyager dergisinde yayınlanmıştır. Tüm telif hakları Yelda Baler'e aittir.  Kendisinin yazılı izni olmaksızın hiçbir şekilde ve internet dahil hiç bir ortamda bölümler halinde de olsa, yayınlanamaz ve kullanılamaz.
 
 
  

 



 
©2016 - Yelda Baler- Bagdat Caddesi Feneryolu Sit. 131/103 Feneryolu / Kadiköy - Istanbul ( Feneryolu Sabit Pazari Yani Köşe Bina )
Tel: 00 90 216 348 90 87 - Faks: 00 90 418 35 00 - GSM - 00 90 533 668 04 10
© Sitede bulunan yazi ve fotograflar, telif haklari kanununa göre yazili ve internet dahil hiç bir ortamda bölümler halinde de olsa, izinsiz yayinlanamaz ve kullanilamaz.