Surly Surly

Gezi / Gezi Yazıları / Dünyadan / Buenos Aires'te Tango



                                                   

 

Buenos Aires’te tango

 

 
Yazı ve Fotoğraflar: Yelda Baler
 
“Kollarında olduğuma bakma” der kadın “her an gidebilirim. Beni sıkıca tut ve kendine çek, beni yönet, ne istediğini bilerek... Kolların biraz gevşerse kopar giderim ruhundan. “Tango tam da bu demektir; varım ama yokum; senleyim ama değilim; istiyorum ama gidiyorum.
 

 

 

Tango, aşktır, şevkattir, kederin ta kendisidir. Kimi zaman öfkedir, kavgadır ama en çok ritmi hissetmektir... Müziğin sesinde dalgalanmaktır... Meydan okurken yırtıcı görünmektir... Dört bacaklı bir vücut olmak, dansedende o vücudu görmektir, tango.... Aşk da bu değil midir? Tangoyla her aşk öyküsü bir şiire dönüşür... Yitirilişlerin, terkedişlerin, sürgünlerin müziğidir...
 
Dünyanın en iyi bilinen tango parçası olan “La Comparsita”nın ilginç öyküsüyle başlayalım yazımıza.Uruguay’da Montevideo’da üniversite öğrencilerinin toplanıp eğlendikleri kulüpleri kirası ödenemediği için kapatılmak üzeredir. Yapılacak olan veda partisinde mimarlık öğrencisi Gerardo Herman Mathos Rodriguez bu son eğlence için bir beste yapar. Bir marş edasıyla çalınan parça öğrenciler tarafından çok beğenilir. Gecenin ilerleyen saatlerinde lokalin sandalyesi, masası, örtüleri, çerçeveleri ellerinde sokaklara dökülen gençler, karnaval havasına soktukları yürüyüşlerinde henüz adı bile konulmamış marşa benzeyen o parçayı dillerinden düşürmezler. Gecenin sonunda karnaval alayı anlamına gelen “comparsa” sözcüğüne biraz da şirinlik katmak için “La Comparsita” adını takarlar parçaya. Ertesi gün hem parça hem yürüyüş herkesin dilindedir artık. Bir süre sonra parçanın tüm haklarını hepsi hepsi 20 pesoya bir yayınevine satar. Arjantinli piyanist Roberto  Firpo, parçayı tango olarak düzenler ve ilk plağı 1917 yılında kaydedilir. Daha sonraki yıllarda Enrique Maroni ve Pascual Contursi tarafından “Si Supieras” yani “Bilseydin” ismiyle parçaya söz yazılır. Yedi yıl sonra Paris’e giden Rodriguez, tangosunun bütün dünyada tanınır hale geldiğini görünce, haklarını geri alabilmek icin dava açar ve yirmi yılını bu işe harcar.
 
 Gelelim Arjantin’de tangonun tarihine... 1516 yılında Portekizli denizci Juan Diaz’ın, ilk kez ayak bastığı Arjantin topraklarında, insan eti yiyen yerliler tarafından öldürülmesinden yaklaşık 350 yıl sonra Paraguay ile olan savaş sona ermişti. Rio Del Plata Nehri’nin batı kıyısındaki Buenos Aires 1880 yılında Arjantin’in başkenti olduktan sonra Avrupa’dan gelen göçmenlerle insanlık tarihinin en büyük göçmenlik hareketine sahne olmuştu.
İtalyan göçmenler nehrin okyanusa döküldüğü yerde kurulan La Boca limanına yerleşip köyden kente gelen liman adamlarıyla birlikte yaşamaya başlamışlardı.  Küba'nın neşeli "Habenera" şarkılarına, Brezilya'nın zenci ritimlerini ekleyen, gitar çalan, küfür eden, kadına ve terkettikleri topraklara hasret liman adamlarına karışan İtalyan göçmenler genelevleri, barları ve kıyı bölgelerini dolduruyorlardı.
 
Eğlence kulüplerinde gaucho kültürünü temsil eden müzikçiler Candombe gruplarıyla müzik yaparken, kentli şarkıcılar Milonga adlı aşk şarkılarını seslendiriyor, operalarda da İspanyol operetleri Zarzuela’lar sahneye konuyordu. Bunun yanında Avrupalı göçmenlerin getirdikleri, kadın ve erkeğin birlikte dansettikleri polka, vals, mazurka, xotis ve kadril dansları da Avrupa Arjantin melezleri criolla’lar tarafından değiştirilerek yapılıyordu. Gündüzleri paranın ve gücün etrafında dolaşan kent geceleri müziğin, dansın, sanatın etkisine girmekteydi.
 
Kentte yaşama mücadelesine karışmış yoksul, ümitsiz, hasret çeken, unutmak isteyen bir erkeler dünyası hakimdi ve tango işte tam bu noktada hayal kırıklığıyla dopdolu, geçmişi hasretle anan, kimi zaman isyan dolu, kimi zaman hüzünlü ortamda, machismo adı verilen erkekliğe müzikal bir övgü olarak ortaya çıktı. Gün gelip akordeona benzeyen ‘bandaneon’ un eşliğinde söylenmeye başlanınca iyiden iyiye hüzüne bulaştı... Aşağı tabakanın eğlencesi olan tangolar önceleri yadırgansa da Carlos Gardel’in hüzünlü tangoları Buenos Aires’te yayılmaya başladı. Ancak kadınla erkeğin birbirinin içinden geçercesine yapışık dansettiği tango dansı kentsoylu sınıf için bir ‘ahlaksızlık’ demekti. Ancak 1920’lerden sonra Avrupa’da salgın haline dönüşünce Arjantin’de milli kimlik kazanabildi.
 
Arjantin üzerine yazılmış en güzel kitaplardan biri de Piere Kalfon’un kaleminden çıkmış, "Sıradan bir Arjantinli”dir. Yazara göre bir Arjantinlinin tarifi aynen şöyledir; "Kazana, sırayla şunları koyun : Bir adet geniş kalçalı Kızılderili kadın ; iki adet İspanyol binici ; üç adet iyice ezilmiş Gauço (Melez) ; bir adet İngiliz seyyah ; yarım baş Bask çiftçi ; bir tutam zenci... Kısık ateşte üç yüz yıl kadar kaynatın... Helmini dökünce, çabucak beş adet İtalyan köylü (Güneyliler tercih edilir), bir adet Polonyalı Yahudi, dörtte üç baş Lübnanlı tüccar ve bütün olarak bir adet Fransız fahişe ekleyin... Elli yıl dinlendirip öyle servis yapın."
Böylesine insanın yüzüne gülümseme konduran bir tanımlamayı haketmiş halk, Buenos Aires’te Avrupalı bir yaşam tarzını ve görünümünü yakıştırmış kendine. Kent geliştikçe, yeni caddeler ve binalar kuruldukça giderek Güney Amerika’nın en “Avrupalı” kenti oldu. Yine de yaşadığı ayaklanmalar, askeri diktatörlükler ve katliamlarla diğer Arjantin kentleriyle aynı siyasi kaderin içinde kalmaktan kurtaramadı kendini.
 
Bugün Buenos Aires’in sokaklarında neredeyse bir tek siyaha rastlayamazsınız bile. La Boca bugün sokak sanatçılarının eserlerini sergiledikleri, tangoların yankılandığı, rengarenk teneke evleriyle insanı içine çeken turistik bir yer... Arjantin ekonomisinin kalbi Buenos Aires'te Microcentro denilen bölgede, gökyüzüne yükselen dev gökdelenlerin arasında atıyor.
 
Dünyanın en geniş bulvarı sayılan 140 metre genişliğindeki ‘9 Temmuz Bulvarı’nı bir yeşil ışık süresinde geçmek mümkün değil. Recoleta, zenginlerin tercih ettiği bir bölge. Kentin en iyi restoranları ve gece kulüpleri de bu bölgede. 10 milyonluk nüfusuyla neredeyse ülke nüfusunun üçte birini oluşturan Buenos Aires kentinin adı İspanyolca iyi, güzel hava anlamına geliyor. Kentin şehircilik açısından en önemli özelliği, köşelerdeki bütün binaların dik köşelerle bitirilmemiş olması. 200 yıl önce trafiği rahatlatmak için alınan kararla köşebaşları hep yuvarlatılmış.
 
Kentin cafelerinden birine gitmeyi düşünürseniz Jorge Louis Borges’in gittiği Cafe Tortoni’ye düşürün yolunuzu. Onun oturduğu masanın karşısına oturup kahvenin havasını soluduğunuzda Borges’in bir kaç dizesi gelecek kulağınıza ve olmayan köşebaşlarını neden sevdiğini de anlamaya başlayacaksınızdır.
 
Buenos Aires’e gittiğinizde La Boca’nın renkli teneke evlerinin bulunduğu sokaklarda dolaşırken her yanınızı tango nameleri saracaktır. Caminito Caddesinde başında şapkasıyla oturan yakışıklı, Arjantin erkekleri, bir tango tınısıyla başını kaldıracak ve sizi tangoya davet edecektir. Caminito Caddesinde tango yapacak olursanız kimse şaşırmayacaktır halinize.
 
 
 
 
 
Bu yazı ve fotoğrafların bazıları, Renault PERFORMANS dergisinde yayınlanmıştır. Tüm telif hakları Yelda Baler'e aittir.  Kendisinin yazılı izni olmaksızın hiçbir şekilde ve internet dahil hiç bir ortamda bölümler halinde de olsa, yayınlanamaz ve kullanılamaz.


 
©2016 - Yelda Baler- Bagdat Caddesi Feneryolu Sit. 131/103 Feneryolu / Kadiköy - Istanbul ( Feneryolu Sabit Pazari Yani Köşe Bina )
Tel: 00 90 216 348 90 87 - Faks: 00 90 418 35 00 - GSM - 00 90 533 668 04 10
© Sitede bulunan yazi ve fotograflar, telif haklari kanununa göre yazili ve internet dahil hiç bir ortamda bölümler halinde de olsa, izinsiz yayinlanamaz ve kullanilamaz.